Pekala diyebiliriz.
Neden diyebiliriz?
İlk önce 27 Ocak 2015 de TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in himayesinde Ankara Bilkent Ünüversitesi’nde Yahudi soykırımı anma töreni gerçekleştirildi.
Daha önce de İstanbul’da törenler düzenlenmişti.
Bu sene ilk kez devlet düzeyinde bir anma programı düzenlenerek ülkedeki Musevi toplumuyla dayanışma sergilendi.
Her ne kadar sayın Cemil Çiçek yaptığı konuşma ile töreni Gazze mazlumları (!) gününe çevirdiyse de yine de bir ilk yaşanmış oldu.
İkinci bir etkinlik de Struma faciasını anma töreninde yaşandı. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik,
İstanbul Valisi Vasip Şahin, sanatçı Zülfü Livaneli anma törenine katıldı.
TC. devleti Struma'yı anma törenine ilk defa resmen bakan düzeyinde katılmış oldu.
Bu da bir ilk idi.
Sonra daha önemli bir şey oldu. Edirne Sinagogu TC. devleti himayesi ile yeniden restore edilip açıldı. Her ne kadar Edirne valisi Dursun Ali Şahin son anda Mescid-i Aksa olaylarını bahane edip "yok yok anam, biz burayı müze yapacağız, sinagog filan olmayacak" dediyse de TC. devleti olaya karıştı ve "ağır ol bakalım vali efendi, sinagog ile ile ilgili tasarruf Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir,
sen hele şöyle bir kenarda duruver" deyince olay büyümeden kapandı ve Vali abim sesini kesti.
Açılışa Devlet bakanı Sayın cemil Çiçek de katıldı. Cemaat lideri Sayın İbrahimzadeh açılışı bir
"milat" olarak yorumladı.
Yılın son günlerinde hepsinden önemli bir olay oldu.
Türkiyeli Yahudiler Türkiye tarihinde ilk kez Hanuka Bayramı'nı kamusal alanda kutladılar. İstanbul Ortaköy Meydan'ında yapılan mum yakma töreni renkli görüntülere sahne oldu. Etkinlik Beşiktaş Belediyesi'nin desteğiyle gerçekleşti. Törene İstanbul Valiliği ve İstanbul Büyük şehir Belediyesi'nin
yanı sıra Dış işleri Bakanlığı yetkilileri ve İstanbul Müftülüğü temsilcileri de katıldı. ABD, İspanya ve İsrail başkonsolosları da törende yer aldı.
Şimdi de siyasette bahar havaları esiyor. İnşallah...
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım.
Bunlar küçük olaylar değil. İlk kez gerçekleştirildiler. Bunların her biri daha iyilerini umut edebilmek için çok önemli şeyler. Fakat acaba Türk halkının içindeki Yahudi düşmanlığı dostluğa dönebilir mi?
Bu düşmanlık devlet politikalarıyla paralel olarak yükseliyor ya da alçalıyor mu?
Bence hayır.
Düşmanlık ya da kıskançlık ne derseniz deyin hep var ve hep vardı.
Devlet politikalarıyla doğru orantılı olarak yükselen ya da alçalan bunu dile getirmek.
Dile getirmenin en önemli unsuru ise basın.
Cumhuriyet tarihine şöyle bir göz atalım. Bakalım Yahudilerin başına neler gelmiş, kimler neler söylemiş? Kimler neler yazmış?
Bu olaylarda basın ne kadar etkili olmuş?
Kısa bir yazı değil ama sizi temin ederim okuduğunuza pişman olmayacaksınız.
Başlıyoruz efendim:
Cumhuriyetin ilk yılları, Atatürk dönemi :
Ocak 1923 - İzmir’de yayımlanan Türk Sesi ve Yanık Yurt gazeteleri, Türk tüccarların aralarında birleşerek "ahlaksız ve çıkarcı Yahudi tehlikesine" karşı mücadele etmesini istiyordu. Yazılarda Yahudilerin Türkiye’nin ve özellikle İzmir’in "mikrop yuvaları" olduğu ileri sürülüyordu. Ardından mizah dergisi Akbaba koroya katıldı ve “Yahudilerle iş yapılmayacağını duymadınız mı?, bu mikropların bizimle yaşamalarına mı izin verelim?” gibi başlıklarla dolu bir dizi yazı yayımladı.
Edirne’deki Paşaeli gazetesinde yayımlanan bir dizi yazı sonucu galeyana gelen Edirneliler şehir meydanında toplanarak “bu ülkeden gitme sırası size de gelecek! Yahudiler defolun!” diye bağırdı.
Polis Yahudilere ait dükkânlara saldırılmasını zorlukla önledi. Babaeski gibi küçük kentlerde yaşayan
Yahudiler İstanbul gibi büyük kentlere göç ettiler. Trakya’daki Alyans okulları kapatıldı. Bu öfkenin nedeni belliydi. Ermeniler ve Rumlar tasfiye edilmişti ama Müslümanlara göre çok daha zengin olan Yahudiler hâlâ Türkiye’deydiler...
2 Mart 1923 - Bu duyguyu resmi düzeyde ilk itiraf eden Rıza Nur oldu. Türkiye’nin Lozan Barış görüşmelerinde izlediği politikayı Meclisteki gizli celsede anlatırken şöyle demişti:
-Azınlıklar kalmayacaktır. İstanbul’da otuz bin Yahudi vardır. Şimdiye kadar sorun çıkarmayan insanlardır. Museviler malum, nereye çekilirse oraya giderler. Tabii, olmasalardı daha iyi olurdu derim...
Haziran 1923 - Duygular böyle olunca, uygulama zor değildi. Yahudi, Rum ve Ermeni memurlar işlerinden çıkartılarak yerlerine Müslümanlar alınmaya başladı. Yahudilerin ve diğer azınlıkların Anadolu’da serbestçe dolaşımları kısıtlandı. Karar öyle ani olmuştu ki, pek çok kişi kısıtlamalar yüzünden memleketine dönemedi, gittiği yerde mahsur kaldı. Bu yetmezmiş gibi Yahudilerin Filistin’e göçmelerine de engeller konulmuştu. Kısıtlamanın kaldırılması için Hahambaşılık hiçbir girişimde bulunmadı. Bu durum "Yahudilerin sorun çıkarmayan insanlar" olması öngörüsüyle
uyumluydu.
Aralık 1923 - Yeni TC. hükümeti Lozan’da Yahudilerin sınır dışı edilmesi konusunda bir karar aldırmaya uğraşmış fakat başaramamıştı. Ama, Çorlu’da yaşayan birkaç yüz kişilik Yahudi cemaatine şehri 48 saat içinde terk etmesi emredildi. Hahambaşılığın müracaatı üzerine karar ertelendi ancak benzer bir karar Çatalca için alındı ve hemen uygulandı.
4 Mayıs 1924 - Mustafa Kemal New York Herald gazetesine şu beyanatı verdi:
-Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri patrikhaneleri ile Musevi
hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır...
Ardından İsmet Paşa Türk Ocağı temsilcilerine yaptığı konuşmada:
-Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları derhal Türk yapmaktır.
Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek nasırı kesip atacağız dedi.
Şubat 1925 - Milliyet, Cumhuriyet, İkdam, Son Saat ve Vakit gazetelerinde Türkiye’den 300 kadar Yahudi’nin Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinin 435. yıldönümü kutlamalarına bir telgraf gönderdiği söylentileri üzerine şiddetli bir Yahudi düşmanı kampanya başladı. Yazılarda Yahudilerde "nankörler, ülkenin sırtına yapışmış sülükler", diye söz ediliyordu. Cumhuriyet gazetesi kurtuluş yolunu şöyle gösteriyordu:
“Bunlar verilecek en iyi ceza onları kollarından tutup tümünü sınır dışı etmektir. "
Bu yazıların tahrik ettiği bazı kişiler bir Yahudi gencini öldürdüler, Kuzguncuk Sinagogu’na saldırdılar. Böyle bir telgraf olup olmadığı hiçbir zaman ortaya çıkmadı.
13 Ekim 1925 - Yahudi cemaatinin önemli aydınlarından Avram Galante, L’Akcham gazetesinde,
Türkçenin Yahudiler arasında anadil olarak kabul edildiğini açıkladıktan sonra cemaati uyardı:
“Toplumu yöneten bu kanunlar nedeniyle azınlıkların sıfıra indirgenmeleri lazımdır.
Bütün azınlıklar Türklerle asimile olmanın kendi çıkarlarına uygun olduğunun pekâlâ farkında olup
"sürüden uzaklaşan kaybolur"’ sözünün anlamını da çok iyi kavramalıdırlar.”
1 Ağustos 1926 - Yahudilere yönelik "sadakatsizlik, nankörlük" gibi ithamlardan bunalan cemaat önderleri, Lozan Antlaşması’nın 42. maddesinden feragat ettiklerini beyan eden mazbatayı başbakanlığa gönderdiler. Karar kamuoyuna, sadece 42. maddeden değil, tüm azınlık haklarından vazgeçtikleri şekilde yansıdı. Dünya Yahudi kuruluşlarından Türk Yahudilerini "korkaklıkla" itham etti. Öfkelenen Hahambaşı Becerano;
-Bu konuyla ilgili artık hiçbir şey duymak istemiyorum...
Biz Türk Yahudileri bizi ilgilendiren konularda dışarıdan müdahaleyi ret ediyoruz.
Türkiye Yahudi cemaati haklarının korunması için Türk hükümetine pekâlâ güvenebilir.
Hiçbir yabancı yardıma ihtiyacı yoktur!.. demek zorunda kaldı.
(Esasında hukukçular Lozan antlaşmasındaki hükümlerin her bir birey için olduğunu,
cemaat önderlerinin cemaate mensup bireyler adına böyle bir tasarrufta bulunamayacağını söylerler.)
17 Ağustos 1927 - Elza Niyego adlı 22 yaşındaki Yahudi kızı, kendisine âşık olan ve uzun süredir taciz eden evli ve torun sahibi Osman Ratıp Bey tarafından öldürüldü. Genç kızın cansız bedeninin saatlerce sokakta üstü bile örtülmeden tutulması yetmezmiş gibi, Osman Ratıp’ın mahkeme yerine akıl hastanesine gönderilmesi Yahudi cemaatinde büyük tepkiye neden oldu.
Katilin eski Hicaz Valisi’nin oğlu ve II. Abdülhamit’in emir subayı olması, kurbanın ise sıradan bir Yahudi kızı olmasından dolayı, olayın örtbas edileceği endişesi duyan Yahudi cemaati, geleneksel çekingenliğini ilk kez bir yana bırakarak, 18 Ağustos’taki cenaze törenine kitlesel biçimde katıldı ve “adalet istiyoruz” diye haykırdı. 15 bin civarında olduğu tahmin edilen kalabalığın cenazeyi bir gövde gösterisine dönüştürmesi basının Yahudi düşmanlığını körüklemesine vesile oldu.
Gazetelere “nankörler, küstahlar” başlıkları atıldı.
Resmî makamlar da Yahudi cemaatini hizaya getirmeye karar verdiler. Bir süre sonra cenazede Türk düşmanı sloganlar attıkları, trafiği engelledikleri ve polisle çatıştıkları gerekçesiyle dokuz cemaat üyesi ile cinayete tanık olan bir Rus mahkemeye verildi. Uzun bir yargılama sürecinden sonra, suçlananlardan dördü, "Türklüğü tahkir ve tezyif" ettiklerinden birer sene hapse mahkûm oldu.
13 Ocak 1928 - Darülfünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin yıllık kongresinde tarihe
“Vatandaş Türkçe Konuş!” sloganıyla geçen azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden kampanya başlatıldı. Bütün ülke afişlerle donatıldı, gençler Türkçe konuşmayan azınlıkları uyarmaya başladılar.
Uymayanlar tehdit edildi, dövüldü, yargılandı.Aynı yıl ülkedeki yabancı okullarla birlikte Yahudi okullarının da önemli bölümü kapandı.
Eylül 1929 - Defterdarlık, Yahudi okullarını, Or Ahayim Hastanesi’ni, Ortaköy Yetimhanesi’ni ve sinagogları ticari müessese sayarak bunlara yapılan bağışları ve intikalleri vergilendirmeye karar verdi. Uygulama geriye doğru, 1925 yılından başlatıldı. Bu yüksek vergileri ödeyemeyen Hahambaşılığa haciz geldi. Hükümetin baskıları sürdü ve bağışlar sıkı takibe alındı. Böylece Yahudi cemaati giderek ekonomik kıskaca alınıyordu.
Ekim 1930 Belediye seçimleri sırasında Cumhuriyet ve Anadolu gazetelerinde, yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) listesinde altı Rum, dört Ermeni ve üç Yahudi olmasından söz ediliyor, gayrimüslimlerin "Türklük karşıtlığı" esasında SCF etrafında toplandığı, CHP 'nin listesinde ise sadece Türklerin olduğu anlatılarak gayrimüslim düşmanlığından medet umuluyordu. CHP İstanbul Mebusu İhsan Paşa seçmenleri “Hamparsunların, Mişonların, Yorgoların rey verdiği bu fırkaya nasıl utanmadan oy veriyorsunuz?” diye azarlamıştı.
Anlaşılan azınlıklar hala "vatandaş" olarak görülmüyordu.
(Hoş bugün de ne kadar görülüyor acaba?)
Yahudi cemaatinin önde gelenleri, TBMM Reisi Kazım Paşa’yı Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaret ettiler ve Yahudilerin Cumhuriyet’e karşı besledikleri vatanperver duyguları ve sadakati tekrar teyit ettiler.
Şubat 1931 Menemen'de meydana gelen Kubilay olayı ile ilgili olarak o yörede bakallık yapan Hayim oğlu Jozef Trentef şeriatçıları alkışladığı gerekçesi ile tutuklanır. Hatta Kubilay'ın kesik başını bayrağa takmak için kullanılan ipin Jozef tarafından satıldığı varsayılmıştır.
(Rıfat N.Bali kitabında Jozef'in bakkal olmadığı sadece orada bulunduğu ve olanı biteni izlediğini yazmaktadır. )
Ablası, kardeşi Jozef'in suçsuz olduğunu bildiren bir dilekçeyi mahkeme heyetine gönderirir. Affedilip salıverilmesi için yalvarır. Fakat Jozef diğer mahkumlarla birlikte 3 Şubat 1931 tarihinde asılır. İlmeği boynuna kendi geçirir ve "Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti" diye bağırır.
Şubat 1931 Menemen'de meydana gelen Kubilay olayı ile ilgili olarak o yörede bakallık yapan Hayim oğlu Jozef Trentef şeriatçıları alkışladığı gerekçesi ile tutuklanır. Hatta Kubilay'ın kesik başını bayrağa takmak için kullanılan ipin Jozef tarafından satıldığı varsayılmıştır.
(Rıfat N.Bali kitabında Jozef'in bakkal olmadığı sadece orada bulunduğu ve olanı biteni izlediğini yazmaktadır. )
Ablası, kardeşi Jozef'in suçsuz olduğunu bildiren bir dilekçeyi mahkeme heyetine gönderirir. Affedilip salıverilmesi için yalvarır. Fakat Jozef diğer mahkumlarla birlikte 3 Şubat 1931 tarihinde asılır. İlmeği boynuna kendi geçirir ve "Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti" diye bağırır.
Kasım 1932 - İzmirli her Yahudi’ye Türk kültürünü benimsemeye ve Türk dili konuşmaya söz veren
birer taahhütname imzalatıldı. İzmir Yahudilerini Bursa, Kırklareli, Edirne, Adana, Diyarbakır, Ankara Yahudileri izledi. Gazetelerde, gruplar halinde doğru yolu bulan (!) Yahudi (ve Ermeni) kızlarının haberleri çıkıyordu.
21 Haziran-4 Temmuz 1934 - Trakya olayları - Ama daha kötüsü yoldaydı. Irkçı Cevat Rıfat Atilhan’ın Milli İnkılap dergisindeki, Nihal Atsız’ın Orhun dergisindeki Yahudi aleyhtarı ve ırkçı yazılarla galeyana gelen kitleler,Çanakkale, Gelibolu, Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski’de Yahudilere saldırdılar. Olaylarda Yahudilere ait evler ve mağazalar yağmalandı, kadınlara tecavüz edildi. Bir haham öldürüldü. CHP Trakya teşkilatının örgütlediği anlaşılan olaylar sonucu 15 bin Yahudi, mal ve mülklerini geride bırakıp can havliyle başka şehirlere, ülkelere kaçmak zorunda kaldı.
Yani Cumhuriyet’in ilk ‘pogrom’ uygulaması oldukça başarılı geçmişti.
Ağustos 1935 - "Uysal ve uyumlu" Yahudi cemaatinin duygularını Şubat 1935’de milletvekili seçilen Yahudi Doktor Samuel Abravaya’dan (Marmaralı) öğrenelim.
Dr. Abravaya kendisiyle röportaj yapan Word Jewry dergisinin muhabirine
-Türkiye’de hiçbir vakit ne dinî, ne de iktisadi Yahudi aleyhtarlığı olmuştur...
Memleketimizde Yahudi meselesi yoktur...
Hayatımız emin, saadetimiz mahfuzdur. Türkler misafirperver ve âlicenaptır... demişti.
Ancak röportajın Türkçeye çevrilmesiyle fırtına koptu. Abravaya’nın kullandığı "misafirperver"
ifadesine atıfta bulunan bir gazeteciler i "Yahudi milletini ev sahibinin dertlerini umursamamakla" suçladılar.
Ocak 1937 - Avrupa’daki faşist ve nasyonal sosyalist dalganın Türkiye’ye varması zor olmadı.
İstanbul’da Cağaloğlu’nda Alman Enformasyon Ofisi açıldı, Almanca yayın yapan Türkische Post ve Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazeteleri Nazi propagandası yapmaya başladı.
Ağustos 1938 - Hükümet , “Tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tâbi tutulan Musevilerin bugünkü dinleri ne olursa olsun Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır” diyen 2/9498 numaralı kararnameyi çıkardı. Ülkenin tek resmi haber ajansı Anadolu Ajansı’nda çalışan 26 Musevi personelin işine son verildi. Gazete ve dergilerde genel olarak azınlıkları, özel olarak da Yahudileri ülkenin çektiği sıkıntıların sorumlusu gösteren yazı ve karikatürlerde patlama oldu.
İkinci Dünya Savaşı yılları :
8 Ağustos 1939 - Bir yıl geçmemişti ki, Türkiyeli Yahudilerin yüreğini dağlayan bir olay yaşandı.
Avrupa’nın çeşitli yerlerinden topladığı 860 Yahudi mülteciyi Filistin’e taşırken, yolda karşılaştığı
bazı sorunlar yüzünden İzmir’e sığınmak zorunda kalan Parita gemisi, yolcuların “Bizi öldürün ama geri göndermeyin” haykırışlarına rağmen 14 Ağustos’ta iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarıldı. Gemi çıkarılırken Ulus gazetesi “Serseri Yahudiler İzmir’den gitti” diye başlık atmıştı.
(Mülteci Gemileri - Parita - http://ankarali-5.blogspot.co.il/ )
28 Aralık 1939 - Erzincan’da büyük bir deprem oldu ve on binlerce kişi öldü. Bunu duyan Tel-Aviv, Hayfa, Buenos Aries, New York, Cenevre, Kahire ve İskenderiye’deki Yahudi cemaatleri aralarında topladıkları paraları, giyim eşyalarını Türkiye’ye yolladılar. Ancak gazetelerde Yahudilerin bu tavrını alaya alan, altında kötü niyet arayan yazılar, karikatürler yayınlandı.
12 Aralık 1940 Romanya’nın Köstence limanından aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’a varan "yüzen tabut" namlı Salvador’un (aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir mil bile gidecek hali olmadığı halde Türk makamları, gemiyi yoluna devam etmesi için zorladı. Sonuç hazindi. 13 Aralık günü Silivri açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan Salvador’un parçalarında tam 219 ölü toplandı. Buz gibi denizden sağ kurtulmayı başaran 123 kişiden 63’ü Bulgaristan’a geri gönderildi, gerisi ise Darien II adlı bir gemiyle 19 Mart’ta Filistin’e ayakbastı.
(Mülteci Gemileri - Salvador - http://ankarali-6.blogspot.co.il/ )
22 Nisan 1941 - Bir gün kapılarında beliren jandarmalar tarafından 12 bin gayrimüslim erkek, sivrisinek kaynayan ve sıtma yayan bataklığın, rutubet, çamur ve aşırı sıcağın bunalttığı, su darlığı çekilen altyapısız kamplara gönderildiler. Bu o dönemi yaşayan tüm azınlıkların belleğine yerleşti. 20 Kur’a (Las vente klasas) İhtiyatlar denilen bu "askerler", Zonguldak’ta tünel inşaatlarında, Ankara’da Gençlik Parkı’nın yapımında, Afyon, Karabük, Konya, Kütahya illerinde taş kırma,yol yapma gibi ağır işlerde çalıştırıldılar. 20 Kur’a İhtiyatlar, 27 Temmuz 1942 günü terhis edildiler.
15 Aralık 1941 - Savaş Almanların lehine geliştikçe, kalpler daha da katılaştı. Köstence limanından aldığı 769 Romen Yahudi'sini Nazi zulmünden kaçırıp Filistin’e götürmek isteyen Struma gemisine, Türkiye’nin izin vermemesi yüzünden 2,5 ay Sarayburnu açıklarında hastalıkla ve ölümle pençeleştikten sonra Karadeniz’e çıkarıldı. Kararı duyan çaresiz yolcular geminin iki yanına üzerinde büyük harflerle “Immigrants Juifs” (Yahudi mülteciler) yazılı bezler asmışlar, tepeye de “Sauvez-nous” (bizleri kurtarınız) yazılı beyaz bayrak çekmişlerdi.
Bunun üzerine 200 kadar polis gemiye çıkıp yolcuları tekme tokat güverte altına soktular. Daha sonra geminin çıpası kesildi, dev bir kılavuz gemisine bağlanarak Karadeniz’e çekildi. Struma, 23 mil açıkta, motorsuz, yakıtsız, yiyeceksiz, susuz, ilaçsız kaderine terk edildi. 24 Şubat 1942 günü, saat 02.00’de kimliği bilinmeyen denizaltı tarafından batırıldı. Faciadan sadece bir kişi kurtuldu. Olaydan sonra başbakan Refik Saydam şöyle demişti:
“Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz!”
(Mülteci Gemileri - Struma - http://ankarali5.blogspot.co.il/ )
11 Kasım 1942 - Savaş sırasında ortaya çıkan mali sorunları aşmak gerekçesiyle Varlık Vergisi çıkarıldı. (Ya da başka bir deyişle ticari sermayenin gayr-ı müslimlerden alınarak Müslümanlara transfer edilmesi söz konusu idi) Kanuna evet oyu verenler arasında Afyonkarahisar mebusu Ermeni asıllı Berç Türker (soyadı Atatürk tarafından verilmişti) ile Eskişehir mebusu Rum kökenli İstamat Özdamar da vardı. Vergi mükelleflerinin yüzde 87’si gayrimüslimdi. Ermeni tüccarlar kapital güçlerinin yüzde 232’si, Yahudi tüccarlar, yüzde 179’u, Rum tüccarlar yüzde 156’sı, Müslüman-Türk tüccarların ise yüzde 4,94’ü oranında vergilendirilmişlerdi. Vergilerini ödeyemeyenler Aşkale, Sivrihisar, Karanlıkdere kamplarına gönderildiler. Kimi malını, kimi canını, kimi onurunu, kimi Türkiye’ye inancını yitirdi.
( Kurun-ı Vustai - Ortaçağ kanunu - http://ankaraliaaron.blogspot.co.il/ )
30/31 Ocak 1947 - Urfa’nın Kendirli mahallesinde yaşayan yedi kişilik Yahudi ailesinin tüm fertleri
katledilmiş olarak bulundu. Cinayetten Urfalı Yahudi cemaati sorumlu tutuldu ve şehirdeki tüm Yahudi erkekleri tutuklandı. Urfalılar dava boyunca Yahudilere boykot uyguladılar. Üç yıl sonra tutuklanan tüm Yahudiler salıverildi ancak Urfa’nın Yahudileri de şehirden uzaklaşmak zorunda kaldılar.
Mayıs 1948 - İsrail Devleti’nin kurulması, Türkiyeli Yahudilerde gurur ve heyecan yarattı. Artık Türkiye’deki ırkçıların saldırıları karşısında sığınabilecekleri bir ülke vardı. Kitlesel olarak İsrail’e göç etmeye başladılar. Yıllardır Yahudileri ülkeden kaçırtmak için ellerinden geleni yapan kesimler, bunu da Yahudilere hakaret etmek için kullandılar. "Nankör Yahudi" klişesi yeniden ve yaygın biçimde dolaşıma sokuldu.
1950 sonrası - Çok partili dönem :
26 Ocak 1970 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın Arapların hezimetiyle sonuçlanması ve 1969’da Müslümanlarca kutsal sayılan Mescid-i Aksa’nın fanatik bir Hristyan tarafından kundaklandı. O atmosferde, Necmettin Erbakan Milli Nizam Partisi’ni kurdu. Partiye masonların ve Siyonistlerin alınmayacağını ilan eden Erbakan ve arkadaşları ;
"Beynelmilel Yahudilik, beynelmilel Siyonizm, Nil’den Fırat’a Büyük İsrail, Ortak Pazar Siyonizm'in bir oyunudur , Ortak Pazar’a girmek Türkiye’nin İsrail’e bir vilayet olmasıyla sonuçlanabilir, İsrail Güney Amerika’ya nakledilmelidir " gibi fikirlerin mucidi olarak, antisemitizm tarihçemize önemli katkılar yaptılar.
6 Eylül 1986 - İstanbul Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’na Filistinli Abu Nidal Örgütü’ne bağlı teröristler tarafından yapılan bombalı ve makineli tüfekli saldırısında 22 kişi öldü ancak olay büyük tepki yaratmadı. Çünkü Filistin davasına kamuoyunda büyük sempati vardı.
Aralık 1991 - Kürt aydını Musa Anter’in Yeni Ülke gazetesinde Oktay Ekşi’ye yönelik bir eleştirisinde şöyle diyordu;
-Görüyor musunuz Yahudi kökenli Hürriyet gazetesinin baş köşesine bir engerek gibi çöreklenen
Türk basınında bilmem ne başkanı olan bu adam” diye başlıyor, Ahmet Emin Yalman, Sami Kohen, Sedat Simavi ve Çoşkun Kırca için de benzer ithamlarda bulunduktan sonra “Sırtını İsrail’e dayamış bu zatların zaten ödevi Anadolu halkları arasına fesat sokmaktır... Ben Yahudi dediğim zaman
bugünkü İsrail devletini kastetmiyorum. Benim sözüm karaktersiz olup Yahudilikten dönmeleredir.
Bunlar Türkiye’de her sahaya hakîm durumdadırlar” diye bildik klişeyi tekrarlıyordu. Anter hızını alamayıp, Yahudilerin İspanyol katliamından kurtarılıp Osmanlı ülkesine getirilmesinden pişman
olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyordu.
4 Mart 1996 - Hapisten yeni çıkan muhafazakâr Kürt milliyetçisi Abdülmelik Fırat ise Sabah yazarı Nuriye Akman’ın “Yaşar Kemal sizi ziyaret etti mi” sorusuna;
“Aramadı. Arayabilir de, Yaşar Kemal’in hanımı Yahudidir, o bırakmıyor. Yoksa o beni severdi” demişti. Akman’ın “Eşinin bu işle ne ilgisi var” sorusuna Fırat şöyle cevap veriyordu:
“İsrailoğulları’nın Kürtler in aleyhinde lobileri var dünyada. Yaşar Kemal de bizim Kürt aydınımız,
onu da bir İsrailoğlu yakalamış, bizi aratmıyor.”
Anlaşılan Yahudilerin "Vaat edilen topraklar" dedikleri toprakların Kürdistan coğrafyasını kapsadığınadair söylenceler Kürt aydınlarını da etkilemişti.
Mayıs 1999 - İsmail Cem için “Dışişleri Bakanlığındaki Salomon” başlığını kullanan Aydınlık gazetesi, Futbolcu Revivo’nun “Yahudi asıllı dış işleri bakanı İsmail Cem tarafından Türkiye-İsrail gerilimini azaltmaya katkıda bulunmak üzere" tezgâhlandığı iddia etti.
Eksantrik aydın Yalçın Küçük Aydınlık dergisindeki yazıları ve kitaplarıyla; “Türkiye’de egemen elit Sabetayist kökenliler” iddiasını ispatlamak için neredeyse her taşın altında bir Sabetaycı bulmayı başardı.
YAKIN DÖNEM
Eylül 2000 - İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya yaptığı kışkırtıcı ziyaretle başlayan İkinci İntifada’dan (El Aksa İntifadası) sonra gerek sağ, gerekse sol kesimlerde İsrail eleştirileriyle Yahudilik eleştirileri daha da artmaya ve karışmaya başladı.
15 Kasım 2003 - İstanbul’daki iki sinagoga saldırı düzenleyenlerden Nurullah Kuncak’ın ailesi, Milliyet gazetesine “Evde büyük tepki olmadı. Çünkü Yahudilere yapılmıştı. Zaten Kuran-ı Kerim’de Yahudileri dost edinmeyin" diyor. Yahudileri pek sevmezdik. Pek değil, hiç sevmezdik” diye cevap verdiğinde kimse bu sözleri garipsemedi. Saldırıların ertesinde ATV kameramanına konuşan vatandaşlar “yoldan geçmekte olan ve Yahudilikle ilgisi olmayan masum insanlar öldüğü” için üzülmelerinin, yani saldırıyı yapanları, adeta “dikkatsiz oldukları” ve “Yahudi olmayanların da hayatını tehlikeye attıkları” için eleştirdiler.
18 Şubat 2004 - Hürriyet gazetesinde “Barzani Ailesinin Yahudi Olduğu Ortaya Çıktı” başlıklı bir haber yayımlandı. Ahmet Uçar adlı bir tarihçi Osmanlı arşivlerinde, 1856 yılında Sallum Barzani isimli bir hahamın, Musul’dan Selanik’e, oradan da Hahambaşılığı’nın özel ricasıyla Kudüs’e sürgün edildiğine dair bir belge bulmuş ve Barzanilerin Yahudi olduğunu anlamıştı.
Daha önce başka birinin iddia ettiği "Bedirhanilerin Yahudi olduğu" gerçeği (!) ile"Bağımsız Kürdistan’ın bir Yahudi planı olduğu; Barzani ailesinin zaten Yahudi dönmesi olduklarını"
birleştirerek Güney Kürdistan’daki devletin "Küçük İsrail" olacağını keşfedivermişti. Böylece kamuoyunun kafasında, Kürtlerin tarihsel talepleri, bir Yahudi komplosuna dönüştürüvermişti.
17 Ağustos 2004 - Vakit gazetesinde Abdurrahim Karakoç şöyle diyordu:
“Dünya kamuoyunda ‘ırkçı, sadist, canavar’ olarak takdim edilen Adolf Hitler’in basiretine hayran olmamak elde değil. Hitler bugünleri görmüş ta o zaman. Dünyanın başına bela olacaklarını bildiği içindir ki, ırkçılığı din gibi algılayan, yeryüzünü kana bulamaktan zevk alan hokkabaz Yahudileri temizlemiş. Uzağı gören ikinci adam ise Usame bin Ladin’dir.”
31 Aralık 2004 - Milli Gazete yazarı Mahmut Toptaş yazısında; “Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül beyin, işgalci, eli kanlı, katil, İsrail Başbakanının yanına giderken Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler hakkında haber verilenleri Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mealinden okur ümidi ile bazı ayetlerin listesini sunuyorum” dedi ve Kur’an’dan ayetleri sıraladı.
23 Ocak 2005 - Kayserispor-Mardinspor maçında seyirciler Kayserispor’un İsrailli futbolcusu Pini Balili aleyhine tezahürat yaptılar. Sloganların bir kısmı Yahudiliğe sövme şeklindeydi. Bu olay Nisan 2002’de İsrail'li futbolcu Haim Revivo’nun başına gelenleri anımsatıyordu. Balili, Filistin meselesinin alevlendiği her dönemde benzer saldırılara uğradı.
Şubat 2005 - Adolf Hitler’in Kavgam kitabı tam 13 yayınevi tarafından yüz bini aşkın sayıda basıldı.
1934’ten beri 50’ye yakın baskısı yapılan kitap MHP’nin ve Genç Parti’nin tabanı için bir nevi
"el kitabı" haline gelmişti.Bazı iddialara göre polis okullarındaki öğrenciler arasında da çok revaçtaydı. Bu yılın bir diğer best-seller’i Siyon Protokolleri adlı Yahudi düşmanı düzmece kitaptı.
Bu kitap da Cumhuriyet tarihi boyunca 100’den fazla baskı yapmıştı.
Haziran 2005 - Yalçın Küçük ’ün yolunu izleyen Soner Yalçın, "Efendi, Beyaz Türklerin Büyük Sırrı" adlı romanında Sabetaycılık/Selanik/Masonluk/İttihat ve Terakki/Komploculuk izleğini çok etkileyici tarzda işledi. Kısa sürede yüz binden fazla satan kitap sayesinde “dünyayı Yahudiler, Türkiye’yi dönmeler idare eder!” görüşü zihinlere iyice kazındı.
Eylül 2008 - ABD merkezli P EW Araştırma Merkezi’nin Eylül 2008’de açıkladığı Küresel Tutumlar Araştırması’na göre, 2004’te Türklerin yüzde 49’u, 2006’da yüzde 65’i Yahudilere karşı olumsuz görüşlere sahipken, günümüzde neredeyse her dört kişiden üçü (yüzde 76) olumsuz duygulara sahip olduğunu ifade ediyor.Tüm yaş ve eğitim gruplarında aynı oranlar söz konusu.
Bu oranların İsrail’in Gazze saldırısından sonra arttığı tahmin ediliyor.
5 Şubat 2009 - AKP Ankara İl Başkanlığı’nın internet sitesinde“...Hitler’in Yahudileri fırınladığı, kalabalık kitleler halinde öldürdüğü iddiaları da tarihi gerçeklere uymamaktadır...Öldürülenler de diğerlerinin Filistin topraklarına göç etmelerinin sağlanması için öldürülmüşlerdir...”yazdığı görüldü. Acaba bu yazıyı siteye koyanlar "soykırım inkârcılığının" en tipik antisemitizm
tezahürlerinden biri olduğunu bilmiyorlar mıydı?
Bu olaylar silsilesinde 6-7 Eylül olaylarına salt antisemitizm ile ilgili
olmadığı için yer vermedim.
Ne dersiniz, Türkiye'de Yahudi düşmanlığı var mıdır yok mudur?
Sizce bunlar münferit olaylar mı?
Basın ne kadar etkili olmuş?
Bu yazımda Türkiye Cumhuriyetinin başlangıcından beri olagelmiş Yahudi düşmanlıklarını
sizlere aktarmaya çalıştım.
Türkiye'de yakın tarihimizde yaşanan (AKP dönemi) antisemitik olayları ise inşallah
bir başka yazımda ilginiz sunacağım.
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,
Bu haftalık da bu kadar...
Sevgiyle kalın, hoşça kalın..
Aaron baruch (Ankaralı)
Kaynakça: Rıfat N. Bali, Bir Türkleştirme Serüveni, 1923-1945, İletişim yayınları,
Rıfat N.Bali Musa’nın Evlatları, Cumhuriyet’in Yurttaşları, İletişim yayınları,
Rıfat N.Bali Devlet’in Yahudileri ve “Öteki” Yahudi, İletişim yayınları,
2004; PEW araştırması
Ayrıca tarihçi - yazar Ayşe Hür'ün - Münferit antisemitizm vakaları yazısı.
Sayın Ayşe Hür'e derlemesinden dolayı saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.